Saturday, August 6, 2011

Pink London

Pembe Londra



I have an uncontrollable urge to go to London, again. Uncontrollable by me, but very controllable by the UK Border Agency. I feel like if they knew how much I loved that country, they would welcome me with open arms :( I hate (the requirement of) visas.

Edit: Maybe not the best time to be in London. I have been following the news and twitter, I hope the good people of London are, and will be, alright.

Yine Londra'ya gitmek için içimde kontrol edilmesi mümkün olmayan bir dürtü var. Benim için kontrol edilemez, ama UK Border Agency pek güzel kontrol ediyor. Şunlara olan sevgimi ve merakımı bilseler kollarını açar, gel bize seni bağrımıza basalım derlerdi. 


Images: Map of London by Running For Crayons. Photo of Tower Bridge by Mint Sugar.

14 comments:

Karla | www.misskarla.com said...

I love London too! :)

Hope and wish that you manage to go back there soon :)

cafenoHut said...

Londra'yı görmeden önce gitmek adına hiçbir hevesim yoktu ama şimdi keşke bir süre yaşayabilsem orada diyorum. Biz daha bu mayıs sonunda gittik ama keşke vizemiz bitmeden tekrar gidebilsek... Umarım sende biran önce oralarda olursun...

Berceste said...

Bu aralar gitme, ortalik fena halde karisti :(

Laura Shubert said...

I love London as well. The people there have been on my mind. I so hope they can get through this quickly. Love your blog.

CARRIE said...

I do love London, too. They have the best subway system ever! I'm hoping that the rioting resolves itself soon-- so unfortunate what's happening right now.

Mert said...

Blogunuzu yeni yeni keşfettim, dekorasyonla ilgili yazılarınızı takip ediyorum. :)

Nihal said...

Merhaba,

Ben uzun zamandır sessiz bir takipçiyim o kadar ki ne zaman sizi keşfettiğimi bile hatırlamıyorum. Londra sevginizi de biliyorum ama bu yazıyı görünce dayanamayıp yorum yapmak istedim. Neden bu kadar seviyorsunuz Londra'yı? Neyi sizi etkiledi bu kadar? Londra da tasarım okumuş, 5 yıl İngiltere'de kalmış biri olarak çok merak ediyorum sizi neyin bu kadar etkilediğini.
Saygı ve senlikle
Nihal

alis said...

Miss Delirium - Thanks!

cafenoHut - Benim hep merakım vardı, çok gezmiş çok görmüş bir insan değilim ama birkaç farklı şehire gitmişliğim var, hiçbiri Londra kadar çarpmadı :)

Berceste - Evet çok fena, ama zaten hiç gidecek durumum yok, yani son derece güvendeyim :P

Laura Shubert - I know, what a pity. Thanks for your comment :)

Carrie - Oh, the tube! Coming from a city where there is hardly a subway, I appreciate it even more. I hope they get their peace back soon.

Mert - Teşekkür ederim :)

alis said...

Nihal - Bunca zaman takip ettiğiniz için teşekkürler :) Londra'nın kendine münhasır havasını, mimari dokusunu seviyorum. Daha çok kent gezip görsem belki benim için en üst sıradan iner, ama şimdilik gördüğüm yerler arasında binalarıyla, taksileri-otobüsleri-metrosuyla, düzeniyle, yemekleri-tatlıları-çaylarıyla en çok beğendiğim, dönerken hüzünlendiğim şehir oldu. Bir de en çok etkilendiğim kısım bana göre "çirkin" hiçbir şey görememem, girdiğim her dükkanda, her sokakta ilham alabildiğim şeyler olması. Geleneksel yüzünü de modern yüzü kadar ilgi çekici buluşum. Tasarım anlamında en beğendiğim işlerin, tasarımcıların, markaların oradan çıkması. Her canım çektiğinde blueberry yiyebilmek. Bir sürü farklı milletten insanın bir arada bulunması. Sokaklarda özgürce dolaşabilmek, çevrenin bakışları ile giyimin kısıtlanmaması. Borough Market'ı, çiçekçisi, sürekli "darling" diye hitap edilmek:) Marketlerdeki geniş organik reyonu. Tasarımın yanı sıra sinemada, edebiyatta, TV'de, müzikte İngiltere'den çıkan işleri kaliteli buluyorum. Yaşam zorlukları konusunda birşey diyemem, keşke ben de orada tasarım okuyabilsem (çok beğendiğim okullar var) ve kendi adıma deneyimleyebilsem :) Yorumunuzdan anladığım kadarıyla orada uzun zaman geçirmenizin sonucu olarak benim kadar pembe gözlüklerle bakmıyorsunuz belki oraya.

Berceste said...

Alis ben de bu saydigin seyleri cok seviyorum Londra'da ama hic de o kadar pembe goremedim oralari. Belki icinde olmayip Cambridge'den gelip gittigim icindir bilmem. Ama orada calistigim donemde de sehir beni yutacakmis gibi geldi adeta. O binbir cesit ulkeden gelen insan hem cok guzel bir cesni katiyor, hem de beni urkutuyor mesela. Tube'de ayagin bir milim koridora tassa urkuyorsun. Iri kiyim birisi(disaridan da olabilir, Ingiliz de olabilir) kasitli olarak(o ayagin orada olmamasi lazim kural olarak) bam diye carpip gecebiliyor ya da bilerek uzerine basabiliyor. Onun hayatini engelliyorsun cunku. Ama diger yandan sen farkinda degilsin, bir an, o dakika o ayak oraya sarkivermis... Madursun! Belli bir saatten sonra belli bolgelerde disari cikamiyorsun. Can guvenligin yok. Dinler catismasi, kavramlar catismasi hosgorusuzluk bir anda ortaya cikabiliyor. Trene yetismek bir insanin hayatindan daha onemli olabiliyor, o kadar gozleri donebiliyor. Aklima en basit geliverenler, daha bunlari cogaltmak mumkun. Bunlar her ulkede var diyebilirsin. Ama bu derecesini ve bu kadar siddet icerenini ben gormedim :(

alis said...

Berceste - Bence bahsettiğin şeyler, güvenli olmayan mahalleler, insanların afedersin ayılıkları her kentte var. Burada da var bolca. Kimse evrimde ilerleyip birden medenileşmiyor, kurallar ve bu kuralların yaptırımı olmalı. Londra'da kendini tehlikede hissetmen ilginç geldi. Belki dediğin gibi Cambridge'den gelirken dış semtlerden, kenar mahallelerinden geçiyor, o tekinsiz yerleri görüyor olmak, rush hour'a maruz kalmak bunun daha farkında olmana sebep oldu. Doğrusu burada da benim kendimi güvende hissettiğim çok az semt var. Zincirlikuyu, Soğanlık vs. tek başıma gitmeye asla cesaret edemeyeceğim yerler. Ayrıca İstanbul'da çocuk yaştan itibaren gerek elli, gerek sözlü, hatta tırlı tacizlere uğramışlığım var, tanıdığım her kadın gibi. Hala uğruyorum, ve korkuyorum. En nezih semtte dahi takip edildiğim oldu... İşim dahi olsa bazı yerlere hiç gidemiyorum, yaz günü bazı semtlere gitmem gerektiğinde kapalı kapalı giyiniyorum mecburen. Daha geçen gün otobüste yaşanan yumruklama olayını duymuşsundur. Açıkçası Türkiye'de karşılaştığım hayvani, saldırgan içgüdü ile hiçbir yerde karşılaşmadım. Daha birkaç ay önce erkek arkadaşım geç saatte metrobüs beklerken gaspçılardan koşarak kaçtı da kurtuldu. Benim daha zararsız olarak çingen çocuklar tarafından üzerime sümük yapıştırılmışlığım var! Tehlike yarıştırmak komik oldu ama İstanbul bence çooook tekinsiz, düzensiz, ürkütücü bir şehir, vukuatsız gün geçmiyor.

Berceste said...

Istanbul masum demiyorum Alis. Ben de tum bunlara ragmen Istanbul'u hicbir sehre degismem. Ayrica gun gun Istanbul'daki insanlar da Londra'dakilere benziyorlar. 10 sene oncesi ile bugun bile karsilastirilamaz halde. Ama dikkat et, ayagina kasitli vuran insandan bahsediyorum! Hirsiz, ugursuz her yerde var da kasitli, sadistce bu hareketleri yapanlardan bahsediyorum... Evet Cambridge'den gelen iki farkli istasyondan Londra'nin icine varabiliyordu. Ikisinde de o bahsettigin semtler goruluyordu. Ama unutma o semtler sehirle girift halde ve o insanlar da sehrin parcasi. Sulukule'nin bu sehrin parcasi oldugu gibi... Istanbul mu, Londra mi? Yasamak icin Istanbul :) Sevmek icin de. Ama ara ara gidip Londra'yi gezmek ve ozlediklerimi gormek de hic fena olmazdi. Neyse ki, benim vize sorunum yok :)

Johanna VS said...

What a great pic, the second pic! I love the colors in it!
First time here, but I will be back ;)

Have a great Tuesday.

Gaby de Modacapital said...

Hi!! :D
I really love your blog !!
I follow you :)
... maybe if you want, you could visit my blog too
( I hope you like it ;) )
Kisses from México city!
http://modacapitalblog.com